“Çünkü yalnızlık, anılarını ayıklamış, geriye en acı anılarını bırakarak, onları büyütmüş ve sonsuzlaştırmıştı.”
YÜZYILLIK YALNIZLIK- Gabriel Garcia Marquez
Dünya Sanat Tarihinin Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sının ardından ikinci en ünlü eseri Norveç’li Edvard Munch’un 1895 Berlin de yaptığı; ‘Çığlık’ adlı tablosudur.
Sarı, turuncu, kırmızıya bürünmüş gökyüzünün altında, köprünün ortasında durmuş, hem kadına hem erkeğe benzeyen bir insan figürü. İki elini kafatasına benzeyen kafasının iki yanına kaldırmış bir vaziyette duruyor. Gözleri faltaşı gibi açılmış, kan donduran bir çığlık patlatıyor. Arkadaki iki kişinin sakinliği, uzakta görünen gemi normallik işareti taşısa da diğer her şeyde korku havası hakim.
Munch, Çığlık eserinin esin kaynağını günlüğüne şöyle aktarmıştı: “İki arkadaşımla yolda yürüyordum; güneş battı, bir melankoli dalgasına kapıldım. Birden gökyüzü kıpkızıl bir renk aldı. Durup parmaklıklara yaslandım. Alev alev gökyüzü, mavi fiyordun ve şehrin üstünde kan ve kılıç gibi sarkıyordu. Arkadaşlarım yola devam etti; ben ise büyük bir endişeyle öylece duruyor ve doğadaki sonsuz bir çığlığı hissediyordum sanki”
Munch, burada esasında insanın varoluşsal ıstıraplarını anlatıyordu. Munch, 13 yaşındayken ablasını kaybetmişti ve belki de Çığlık tablosunun kahramanı, kendisiydi. Belki de bu tabloyu gören biz, bu tablonun kahramanıyız. Varoluşsal bir kriz halindeki zavallı insan. Tabloya baktığımızda kendimizi dünyaya demirleyen çıpalarımızı kaybettiğimizi gördük. Çığlık atıyoruz. Anlamadığımız bir evrenle karşı karşıya kaldık ve onunla ancak panik olarak ilişki kurabiliyoruz.
Viktor E. Frankl – İnsanın Anlam Arayışı;
“Acı çekmek, sırtımızı dönmek istemediğimiz bir iş oldu. Acının, başarıya yönelik gizli fırsatlarını kavradık; bu fırsatlar, şair Rilke’nin şu dizeyi yazmasına neden olmuştu: “Bitirilecek ne kadar çok acı var!”… Bizim için bitirilecek bolca acı vardı. ”